Sudanlı Araştırmacı-Yazar Dr. İbrahim Nâsir, ülkesindeki çatışmanın temel nedenlerini "siyasi alanın boşalması, etnik ayrışma ve paralel ordu yapılanmaları" olarak özetliyor.
Nâsir’e göre Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) hem iç dengeleri bozacak bir paralel devlet kurmuş hem de Afrika’daki altın ticaretini tekelleştirmeye çalışarak çatışmayı derinleştirmiş durumda.
Dr. Nâsir, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve siyonist rejimin, Sudan’daki ekonomik ve stratejik hedeflerinin çatışmayı körüklediğini; bu süreçte sivillerin hedef alındığını, altyapının tahrip edildiğini ve sağlık sisteminin yüzde 70 oranında çöktüğünü belirtti.
Dr. Nâsir, ayrıca savaşın bölgesel etkilerinin kaçınılmaz olduğunu ve DAİŞ gibi örgütlerin güvenlik boşluğundan faydalanabileceği uyarısını yaptı.
Ara çözüm için Nâsir, insani yardımların acilen artırılmasını, medyanın konuyu gündemde tutmasını ve Türkiye başta olmak üzere bölgesel aktörlerin barışçıl bir rol üstlenmesini öneriyor; aksi takdirde ülkenin parçalanma ve bölgesel istikrarsızlığa sürüklenme riskinin yüksek olduğunu söylüyor.
"Sudan, diğer Müslüman coğrafyasındaki ülkeler gibi birçok etnik ve gruptan oluşan bir devlettir"
2008'den beri Türkiye olduğunu doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yaptığını belirten Dr. İbrahim Nâsir, "Sudan, diğer Müslüman coğrafyasındaki ülkeler gibi birçok etnik ve gruptan oluşan bir devlettir. Arap kökenli ve Afrika kökenli insanların birlikte yaşadığı bir coğrafyadır. Tarihsel olarak birçok Arap Sudan'a göç etti. Bunun yanında diğer milletlerin de bölgeye göç ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla Sudan, birçok etnikten oluşan bir devlettir. 1800'lü yıllarda Sudan'ın bir milli mücadele başlıyor. İlk başta Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya karşı bir mücadele yürütüldü. Ardından İngilizlere karşı bir süreç yaşandı ve sonrasında İngiliz sömürgesi haline geldi. 1800'lü yılların sonunda İngiliz sömürge yönetimi başladı ve 1956'ya kadar İngiliz sömürgesi devam etti. Bu Sudan'ın hem siyasi olarak şekillenmesi hem de birçok partili sisteme sahip olma özelliği var. Birçok parti var. Sudan'da İslami partiler, komünist parti ve farklı görüşleri temsil eden çeşitli partiler siyasi arenada yer alır. Dolayısıyla Sudan dediğimiz ülke, farklı farklı etnikleri, farklı farklı görüş ve inançların bir arada yaşadığı bir coğrafya olarak nitelendirebiliriz." dedi.
"Sudan çoğunlukla Müslüman bir ülkedir; nüfusun yüzde 99'u Müslümandır"
Nâsir, "Sudan, çoğunlukla Müslüman bir ülkedir; nüfusun yüzde 99'u Müslümandır. Bu Müslümanlık içinde tasavvufi gelenekten gelen İslami gelenek var. Ayrıca diğer İslami görüşler de var. Yani İslami bir yaşayış tarzı vardır. Bu siyaset arenamızda siyaseti belirleyen en önemli unsurlardan biri de İslami siyaset görüyoruz. Yalnız orada İngiliz etkisinde kalmış bazı siyasi görüşler var. Bu da son dönemde ciddi bir nüfus elde etti. Beşir iktidarının 2019'da devrilmesiyle başka bir siyasi akımın siyasi arenada devreye girdiğini görüyoruz. Sudan'daki siyasi farklılıklar ciddi çatışmalara neden oldu. Mevcut durumun sebeplerinden biri, siyasi görüşlerin ayrı olmasından kaynaklanıyor. Siyaset yoluyla muhalefet yapmaktansa silahlı mücadeleye yönelen gruplar ortaya çıktı; bu da ülkenin parçalanmasına ve birçok Müslüman ülkesi gibi siyasi problemlerle boğuşan ve ekonomik sorunlarla boğuşan bir devlet haline gelmesine yol açtı. Bazı siyaset mekanizmasındaki aparatlarının olmayışı sonucu ülkenin, sürekli darbelerle karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Dolayısıyla ülkede şu anki istikrarın olmamasının sebebi, siyasi sistemin sağlıklı bir biçimde kurulamaması ve farklılıkların sivil yöntemlerle mücadele edilmemesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz." ifadelerine yer verdi.
"Sudan ordusu yüz yıllık bir ordu"
Sudan ordusunun geçmişi olan bir ordu olduğunu aktaran Nâsir, "Yüz yıllık bir ordu. İngiliz döneminden beri oluşturulan bir ordu. Köklü bir ordu. Birinci dünya harbine katılmış bir orduya sahibiz. Ama paramiliter yapıların Beşir döneminden önce oluşmaya başladığı bir süreç. Kabilelerin arasındaki çatışmalar sonucunda milisler oluştu. Etnik milisler, çoğunlukta Arap kökenli silahlı milis gruplarını kurdu. 'Kendi haklarını ya da özelliklerini korumak' için ortaya çıktılar. Farklı zamanlarda çatışmalar yaşandı. Araplar ile Arap olmayan Afrikalılar arasında (bu arada hepsi Müslüman) birlikte yaşamayı zorlaştıran şartlar oldu. İklim değişikliği, bazı grupların bazı siyasi haklardan mahrum bırakılması nedeniyle ülke böyle bir hal aldı. Dolayısıyla devlet şöyle bir karar aldı; bu paramiliter yapıların kontrolünü kendi şemsiyemin altına alayım. 2017'de bir parlamento kararıyla bu yapıları, paralel bir yapı olarak Sudan askeri arenasında gördük. Sudan'da çok kutuplu, çok odaklı güç merkezleri ortaya çıktı. 'Hızlı Destek Kuvvetleri' dedikleri yapı esasen Arap. 'Arapların haklarını koruduğunu söyleyen' bir yapı. Bu gruplar kendilerini diğerlerinden üstün gören, bir ırk. Sudanlılara hak ve hayat hakkı tanımıyor. Dolayısıyla son gördüğümüz vahşetin sebebi bunların mantalitesinde 'biz daha üstünüz, biz daha muktediriz ve biz daha çok hakka sahibiz' gibi bir anlayışıdır. Bu bakış açıları bazı grupların siyasi ve sosyal haklarını tanımayan uygulamalara yol açtı; örneğin bazı gruplar, Hızlı Destek Kuvvetlerinin eliyle soykırıma uğradılar." şeklinde belirtti.
"Tarihsel olarak biz Osmanlı’nın bir eyaletiydik"
Konuşmasının devamında Nâsir, şunları aktardı: "Tarihsel olarak biz Osmanlı’nın bir eyaletiydik. Yani Osmanlı'ya bir uzantımız var. Osmanlı tarihi bizde daha da köklüdür ve bu konuda çok eser yazıldı. Hatta Türk Tarih Kurumu’nun yayımladığı 'Osmanlı Devleti’nin Güney Siyaseti – Habeş Eyaleti' adlı kitap, Osmanlı–Doğu Sudan münasebetlerini çok güzel şekilde anlatıyor. Dolayısıyla Osmanlı’nın Sudanlılarda bir yeri var. Osmanlı, tarihsel olarak hem İslami kimliğimizi korumamızda hem de toplumların kendi haklarını temsil eden bir güç olarak önemli rol üstlenmiştir. Osmanlı’nın kaybetmesiyle İngilizler geldi.İngilizler, Sudanlıları daha çok kendi eğitim sistemiyle şekillendirmeye çalıştılar. Bunun sonucunda Sudan’ın birçok münevveri İngiltere’de eğitim aldı ve dolayısıyla İngiliz ekolü Sudan siyasi politikasında baskın bir ekol haline geldi."
"Sudan, Arap dünyası ile Afrika’yı birbirine bağlayan bir köprüdür"
Sudan’ın jeopolitik konumu hakkında bilgi veren Nâsir, "Şu anki savaşın önemli sebeplerinden biri Sudan’ın jeopolitik konumudur. Sudan, Arap dünyası ile Afrika’yı birbirine bağlayan bir köprüdür. Bunun yanında Kızıldeniz’e nazır, 700 kilometrelik bir sahile sahiptir. Libya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan ve Etiyopya gibi sıcak çatışmaların yaşandığı bölgelerin ortasında yer alır. Bu nedenle uluslararası güç odakları için kritik bir noktadır. Bu bölgelerdeki çatışmaların seyrini değiştirmek için Sudan’da bulunmak stratejik bir şart gibidir. Dolayısıyla Amerika başta olmak üzere birçok ülke burada güç kazanma arayışındadır. Sudan'ı, jeopolitik konumu sebebiyle uluslararası aktörlerin ve bölgesel güçlerin rekabet sahası olarak görebiliriz." diye konuştu.
"siyonist rejim Sudan’ın İslami kalmasından rahatsızlık duymaktadır"
Nâsir, "Sudan tarihinin en kırılgan dönemine girmemizin sebebi, siyasi alanın boş kalması ve gerçek bir siyaset üretilememesidir. İnsanların bir arada yaşamasını zorlaştıran bir sürece girildi. Ekonomik sorunlar büyüdü. Sudan'ı şekillendirmeye çalışan dış güçlerin bazı istihbari faaliyetlerinden dolayı ülke bu hale girdi. Bu da siyasi ve içtimai ayrışmaları, hatta askeri bölünmeleri tetikledi. Böylece ülke zayıfladı ve ulusal entegrasyonunu zedeleyen bir siyasi süreç başladı. Sudan’da, Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında (herkes Müslüman olmasına rağmen ideolojik olarak İslam’ı benimsemeyenler de bulunuyor) siyaseti İslami perspektifle yürüten bazı aktörlerin izole edildiği, hedef alındığı; kültürümüze aykırı bazı söylemlerin topluma dayatılmaya çalışıldığı bir süreç yaşandı. Bu süreç, hem Sudan’ın toplumsal yapısını zedeledi hem de ülkenin istikrarı ve bütünlüğüne zarar verdi. Bu noktada dış aktörlerin önemli bir rolü var. Ülkeyi parçalayarak toplumları birbirine kırdırarak ülkeyi bu hale getirdiler. Dolayısıyla Beşir’in yokluğu ülkenin sıkıntılı sürece girmesine sebep oldu. Beşir'i devirdiklerinde hedef şuydu; (Rejim, İslami bir rejimdi) İslami rejimi yok sayarak onların mensuplarını hedef almaktı. Bunun daha ötesi bazı sapkın inançları topluma empoze ettiler. Örneğin LGBT söylemleri topluma dayatıldı. İslami hareketin mensuplarını da hepsini cezaevlerine attılar. Aslında İslami hareketin refleksi olarak ordunun yanında yer alarak bunu yapan gruplar ortaya çıktı. Hızlı Destek Kuvvetleri bir aparat. İslami grupları hedef alarak yok etmeye çalışıyor. Bunda, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ve Mısır’ın önemli rolleri vardır. Gizli olarak israilin siyonizmin de destek verdiğini biliyoruz; çünkü siyonist rejim Sudan’ın İslami kalmasından rahatsızlık duymaktadır. Dolayısıyla böyle bir süreç başladı ve devam ediyor. Hızlı Destek Kuvvetleri, şu siyasal İslamcılarla mücadele ediyorum diyor." dedi.
"Sudan’daki altın meselesi bu savaşta çok önemli bir faktördür"
Hızlı Destek Kuvvetleri’nin başındaki kişinin kendini Sudan kralı olarak atamak istediğini aktaran Nâsir, "Hızlı Destek Kuvvetleri’nin başındaki terörist elebaşı kendini Sudan kralı olarak atamak, ilan etmek istedi. Bu yüzden bir darbe yaptı. Ayrıca sapkın inançları savunan bazı o siyasi gruplara biraz yanaşmıştı ve toplumun diğer kesimlerini hedef almıştı. Siyasal İslam ya da bizim tasavvufi gelenekten gelen birçok siyasi grup var. Onları da hedef aldılar. Bundan dolayı da bir çatışma oldu. Ayrıca Sudan’daki altın meselesi bu savaşta çok önemli bir faktördür. Hızlı Destek Kuvvetleri’nin lideri, Afrika’nın zenginleri arasında sayılıyordu. Savaş patlak verdiğinde bu adam, Afrika’daki altın ticaretini yönetiyordu. Altın ticaretini tekelleştirmeye çalıştı. Altını kontrol etmek için kendine ait özel ticaret ağları kurdu; bunu yaparken içeride bazı müttefikleriyle işbirliği yaptı. Peki siyasi ayrışmaların nedeni neydi? Oradaki güç mücadelesi nedeniyle bu adam paralel bir ordu ve paralel bir devlet kurdu. Sudan’da sivillerin söz hakkı neredeyse kalmadı; yalnızca bir aparat haline getirildiler. Hızlı Destek Kuvvetleri başındaki terörist hedefi buydu. 'Ben yöneteyim. Ben olayım' yani benliklerinden dolayı ülke bu hale geldi." şeklinde belirtti.
"Sudan’da israilin tek hedefi Amerika ile ortaklaşa istikrarsızlık oluşturmak"
"Bu savaşın önemli sebeplerinden biri, dış güçlerin Sudan’daki emelleridir." diyen Nâsir, devamında şunları söyledi: "Birleşik Arap Emirlikleri’nin hedefi altın, tarım ve limanları kontrol altına almak. Bilgi olarak şunu söyleyeyim: Birleşik Arap Emirlikleri yıllık 700 ton altın üretiyor. Ama Birleşik Arap Emirlikleri'nin hiç altın rezervleri yok. Bunun hepsini Afrika’dan çalıyor. Çoğu altını da Sudan, Libya, Çat ve diğer Afrika ülkelerinden çalıyor. Birleşik Arap Emirlikleri'nin hedefi, altını kontrol etmek ayrıca diğer ticaret haklarını ve tarımı kontrol etmek. Sudan'da tarım sektöründe en büyük yatırım Birleşik Arap Emirlikleri tarafından yapılıyor. Yani BAE hedefi ekonomik hedefler görünüyor ama asıl hedefi Müslümanlarla mücadele etmek. Müslümanları hedef almak ve Müslümanlara siyasi haklar tanımamak. Rusya’nın hedefi Sudan kıyılarında bir askeri deniz üstü kurmak. Amerika’nın hedefi ise Sudan’ı parçalayarak kontrol etmektir. Sudan’da israilin tek hedefi Amerika ile ortaklaşa istikrarsızlık oluşturmaktır. Sudan'da bir devlet oluşmasın. Çünkü Sudan, bir zaman Filistin davasının en büyük destekleyicisiydi. HAMAS’ın önemli liderleri Sudan pasaportu ile geziyordu. Sudan önemli bir noktaydı. HAMAS'ın israil ve siyonizme karşı mücadelesi için önemli bir noktaydı. Bundan dolayı israil Sudan’ı sürekli vuruyor ve hedef alıyordu. Sudan'ın izole edilmesinin sebebi israil ve israilin hedefi Sudan'ı parçalamak ve zayıf iktidar olması ve israil yanında yer alan bir rejimin kurulmaya çalışılmasıdır. Çin ise Sudan'ı sömürmek istiyordu."
"Sudan'da en feci durumlardan bir tanesi insani durumdur"
Nâsir, "En feci durumlardan bir tanesi insani durumdur. Türkiye dışında Sudan’a giden destek sınırlı kaldı. Türkiye, Katar ve bazı ülke ve sivil kuruluşların yardımları var; İHH dahil birçok insani kuruluş tarafından birçok gemiler gönderildi. Sudan halkı bunu takdirle izliyor. Suudi Arabistan’dan da yardımlar gidiyor ama net bir destek yok. İnsani durum çok vahim. Rakam vermek gerekirse: 14 milyon insan evinden oldu. Yaklaşık 4 milyon insan ise ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Çoğu Mısır, Çat, Etiyopya, Güney Sudan, Uganda ve diğer ülkelere kaçmak zorunda kaldı. Sağlık sistemi ise yüzde 70'i çökmüş durumda. Sağlık hizmeti çok az. Hızlı Destek Kuvvetleri terör estirerek, altyapıyı hedef alarak (elektrik tesisleri, su barajları vb.) ülkeyi insani krizi ağırlaştırıyor. Sudanlılar bu terörist grup tarafından cezalandırılıyor." dedi.
"Sudanlıların kendi topraklarında güven içinde yaşamasını sağlayabilecek en samimi ülke Türkiye’dir"
Açıklamasının devamında Nâsir, "Afrika Birliği'nin bir çabası var. Bir çaba sarf etti. Bu meseleyi siyasi bir çözüme kavuşturalım diye ama Afrika Birliğinin şöyle bir sıkıntısı var. Elinde bir güç yok. Yani onları bir araya getirip bu meseleyi siyasi çözüme kavuşması için bir çaba yok. Afrika Birliği insani yardım yapacak durumda değil. Arap Ligi ise maalesef Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ın etkisi altında Mısır'ın istediği gibi Mısır Dışişleri Bakanlığının bir ofisi gibi bu yüzden pasif. Birleşik Arap Emirlikleri herkesi satın almış durumda. Yardım yapmak yerine tam tersi Sudan'ı izole etmek Sudan halkını cezalandırmak isteyen bir Birleşik Arap Emirliklerinden bahsediyoruz. İslam İşbirliği Teşkilatı bağlamında ise Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Sudan meselesini gündeme taşıyan liderlerden biri olduğunu görüyoruz; söylemleri bu meseleyi küresel gündeme taşıdı. Dolayısıyla bunu yapacak olursa Türkiye’nin müdahalesi ve desteği gerektiğinde askeri müdahalesi de belki dengeleri değiştirebilir. Sudanlıların kendi topraklarında güven içinde yaşamasını sağlayabilecek en samimi ülke Türkiye’dir. Bunu samimiyetle söylüyorum." ifadelerine yer verdi.
"Hızlı Destek Kuvvetleri, dış güçlerin bir aparatıdır"
Sudan savaşının durdurulmaması halinde savaşın geniş bir bölgeye yayılabileceğini aktaran Nâsir, "Şimdilik savaş Sudan içinde ama etkileri ve yansımaları kesinlikle bölgesel olacaktır. Sudan’ın jeopolitik konumu ve birçok ülkeyle sınırı olması, gelişmelerin Mısır’ın ulusal güvenliğini de doğrudan tehdit etmesine yol açar. Türkiye Mısır'a diyor ki gel bu meseleyi çözelim, çünkü senin ulusal güvenliğini direk tehdit ediyor. Etiyopya zaten iç sorunlarla boğuşuyor; Sudan’da bir terör hareketi yuvalanırsa Etiyopya’nın güvenliği de etkilenir. Eritre de benzer şekilde etkilenir. Hızlı Destek Kuvvetleri, dış güçlerin bir aparatıdır. Doğu Afrika bölgesini dizayn etme için kullanılan bir aparat. Birleşik Arap Emirlikleri ve siyonizmin orada bir aparatı olarak görünüyor. Şimdilik Sudan meselesi globalleşmedi ya da bölgeselleşmedi. Başka ülkeye sıçramadı. Ama yakın zamanda eğer devlet çöker, ordu ortadan kalkar ve silahlı gruplar ortaya çıkarsa, bu bütün bölgeyi tehdit edecek bir tablo doğar. Geçtiğimiz günlerde DAİŞ'in bir açıklaması vardı. Biliyorsunuz güvenliğin olmadığı zeminlerde DAİŞ gibi terör örgütleri beslenir. Güvenliğin olmadığı yerlerde zemin bulur. O zeminden istifade etmeye çalışan bir DAİŞ terör örgütü var. Bu şu demek; sadece Sudan'ı tehdit eden bir saha olmayacak. Tüm dünyayı tehdit eden bir saha. Sudan ile Mekke arasındaki mesafe çok kısa Suudi Arabistan’a uçakla yaklaşık 45 dakika. Şu demek; artık Müslümanların en önemli yeri kutsal yeri bu terör örgütlerinin tehdidi altında kalacak bir durumdayız. Dolayısıyla Sudan meselesi sadece Sudan'da kalmayacak. Eğer çözülmezse bütün bölgeyi ve uluslararası ticareti etkileyecek gelişmelerle karşı karşıya kalabiliriz." diye konuştu.
"Hızlı Destek Kuvvetleri terör örgütünün hedefi zaten iktidar olmak"
Nâsir, konuşmasının devamında şunları söyledi: "Bu iş diyalogla çözülebilir; siyasi bir mesele olduğu kabul edilirse barışçıl yöntemler tercih edilmelidir. Ancak mesele etnik bir boyut aldı. Artık insanlar birbirini hazmedemeyecek kadar katliamlar yapıldı. Hızlı Destek terör örgütünün hedefi, zaten terör estirerek Sudan'da bir demografik değişime yol açmaya çalışıyor. Dolayısıyla şu an görünen şu; birçok Türkiye gibi önemli aktör devreye girmesi bu işin silah zoruyla mı, barışçıl yöntemlerle mi? Bu meseleyi çözmenin birçok yöntemi var. Ama benim takdirim şöyle; bu iş artık etnik boyut aldığı için insanların birlikte yaşamaları zor bir sürece girdi maalesef bunu başarmak biraz zor. Özellikle Hızlı Destek Kuvvetleri terör örgütünün hedefi zaten iktidar olmak. İktidar olmak demek monarşik bir düzen kurmak demek. Hatta onların sloganlarında 'Ya iktidar oluruz ya da ülkeyi yakarız yıkarız' dediler. Onların arasında bu slogan meşhurdur. Dolayısıyla biraz zor gibi ama şöyle bir sürece gireceğiz. Ülkenin bölünmesi ve parçalanması sürecine girdiğimizi söyleyebilirim."
"Türkiye kadar imkanı olan bir başka ülke yok"
Nâsir, "Türkiye önemli bir model yani destek açısından. Somali'nin yeniden inşasında, Türkiye’nin önemli bir rolü var. Ciddi bir katkısı var. Türkiye ve Türkiye'nin birçok şirketinin ülkenin yeniden inşasında katkısı olacağından eminim. Çünkü Türkiye kadar imkanı olan bir başka ülke yok. Çin menşeli bir SİHA, ordu tarafından indirildi. Hızlı Destek Kuvvetlerinin elinde olan bir SİHA. Çin bile Sudan'ın yanında durmadı. Çin'in Afrika'daki yatırımı Sudan'daydı. Dolayısıyla dostumuz varsa belki Türkiye olabilir. Türkiye'den başka bir destek sağlayacak bir ülke yok. Alt yapı ve yeniden imar açısından Türkiye'nin önemli bir rol üstleneceğini düşünüyorum. Ama en önemlisi siyasi ve içtimai sorunları gidermek. Bunu bence daha çok üst akıl devreye girmesi ve insanları birlikte nasıl yaşayacaklarını öğretmek siyasi atmosferde yardımcı olabilecek dış güce ihtiyacımız var. Bence Türkiye bu konuda önemli bir katkısı olacaktır." dedi.
"Sudan’a Türkiye’den ve diğer ülkelerden daha çok yardım gönderilmesi gerekiyor"
İnsani yardımların artırılması gerektiğine dikkat çeken Nâsir, "Maalesef şu an insani yardım konusunda daha fazla odaklanılması ve Sudan’a Türkiye’den ve diğer ülkelerden daha çok yardım gönderilmesi gerekiyor. Aksi takdirde insanlar hâlâ Faşir'den kaçıyor; Hızlı Destek Kuvvetleri kaçanları yakalayıp öldürüyor. Dolayısıyla şu anki ana ihtiyaç acil insani yardımdır. İkinci önemli husus, medyanın rolüdür. Sudan meselesinin gündemden düşürmemek bu şer odakları bölge insanları rahat bırakmayacaklarından eminim. Başka sahaları da karıştıracaklar. Sudan meselesini unutturmamak kaydıyla medyanın önemli bir rol üstlenmesi gerektiğini düşünüyorum." şeklinde belirtti.
"Türkiye–Sudan ilişkileri çok köklüdür; Osmanlı döneminden beri devam eden ilişkilerimiz var"
Türkiye ile Sudan ilişkilerinin köklü olduğuna değinen Nâsir, şunları söyledi: "Türkiye–Sudan ilişkileri çok köklüdür; Osmanlı döneminden beri devam eden ilişkilerimiz var. Bu ilişkilerin Osmanlı ile başladı ama sürekli devam ediyor. İnsanlar birlikte yaşadılar. Türkiye’nin Sudan’daki etkisi belirgindir: birçok genç burada eğitim alması önemlidir. Türkiye Büyükelçisi en önemli büyükelçilerden bir tanesi ben buradan onu da saygıyla selamlıyorum. Önemli bir rolü var. Sudanlıların kalbini fetih eden bir misyon üstleniyor. Gerçekten önemli bir husus. Türkiye’nin başka önemli bir Sudan ilişkileri yatırımlar. Zaten bu mücadelenin ana sebebi Sudan’daki imkanlardan istifade etmeye çalışan bazı örgütler ve bazı yapılar bunlarda sadece bize çökmeye çalışıyorlar. Yatırım değil de çalıp gidiyorlar. Ama biz Türkiye'den tek isteğimiz kazan kazan temelli bir ilişki tesis etmesi ve devam ettirmesi istiyoruz; Türkiye kazansın, Sudan kazansın ve birlikte yükselelim. Böyle bir hedefimiz var. Dolayısıyla birçok imkan var. Sudan’dan çıkan altın miktarı 180 ton civarındadır. 180 ton çok büyük bir miktar. Sudan'da uranyum gibi birçok güzel imkanlar. Eğer Sudan istikrara kavuşursa Türkiye'de çok kazançlı olur. Türkiye’nin Afrika’ya yönelik dış politikasında merkezi bir noktadır. Sudan’da bulunmak demek; Etiyopya, Eritre ve bütün Sahra Altı bölgesinde etkin olmak demek. Dolayısıyla Türkiye’nin Sudan’a jeopolitik açıdan önem vermesi önemlidir. İkinci husus ise Türkiye’nin Sudan’daki yatırımlarıdır; tarım başta olmak üzere farklı sektörlerde Türkiye, gittiği yerlerde fırsat elde etme imkânına sahiptir. Bu açıdan Türkiye–Sudan ilişkilerini değerlendirmek faydalıdır."
"Bir terör örgütüne karşı bir saldırı gerçekleştiğinde Türkiye müdahale etti mi diye bir ümit, beklenti oluşmuş durumda"
Nâsir, "Türkiye'nin etkisi son dönemlerde biliyorsunuz Cumhurbaşkanı’nın gündeme oturan açıklaması Sudanlıları önemli ölçüde rahatlattı. Sudan kamuoyunun nabzına bakıldığında şöyle bir eğilim görülüyor: Artık Türkiye’ye destek veriliyor; hatta bir terör örgütüne karşı bir saldırı gerçekleştiğinde Türkiye müdahale etti mi diye bir ümit, beklenti oluşmuş durumda. Dolayısıyla Türkiye’nin ayrıca vizyonuna ihtiyacımız var. Osmanlı yıkıldıktan sonra Türkiye'de güzel bir model tesis edildi. Vatandaş–devlet ve sivil–ordu arasında ilişki nasıl tesis edilir bu konuda ciddi yol kat etti. Ayrıca kalkınma meselesinde de Türkiye, dünyada önde gelen ülkelerden biridir. Bu nedenle Türkiye’nin vizyonuna muhtacız. Hem siyasi olarak hem politik olarak hem ekonomik olarak ve hem medya ağları olarak Türkiye'nin vizyonuna muhtacız. Sudan’ın yeniden inşa süreci Türkiye modelini uygulayarak belki istikrarlı ve şahlanan bir Sudan’dan söz edebiliriz." ifadelerini kullandı.
"Gazze’de yaşanan acıları unutturmak için Sudan acısıyla karşı karşıya kaldık"
Filistin'deki soykırım ile Sudan'daki savaşın failleri bir olduğunun altını çizen Nâsir, "Bu iki savaşın müsebbibi tektir: bu da siyonizm. Siyonizmin hedefi burada yaşayan insanları acı içinde yaşatmak. Acıyla acıyı unutturmak. Gazze’de yaşanan acıları unutturmak için Sudan acısıyla karşı karşıya kaldık. Ben bundan eminim bu savaşta israil uçakları müdahildir. Özellikle Faşir'deki bazı sinyal kesici cihazlar bulundu. Bunların hepsi israile ait teknik personellerinin kullandığını da biliyoruz. Hızlı Destek Kuvvetleri terör örgütü elinde dinleme cihazları var. Bu dinleme cihazların hepsi israil menşelidir. Dolayısıyla Gazze’de yaşananlar ile Sudan’da yaşananlar arasında hiçbir fark yoktur: Fail birdir, müsebbip birdir, planlayıcı birdir oda siyonistler. Siyonistlerin tek hedefi Sudan'ın güvenliğini ve Sudan'ın istikrarını istemeyen bir örgüt. Suriye’de ne yapıyorsa aynısını Sudan’da da yapmıştır ve yapmaya devam ediyordur. Dolayısıyla ortak failin tek olması… Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) bu süreçte bir aparattır. Bir devlet yok ki. Tarihsel benzetmelerle Doğu Hindistan İngiliz Şirketi vardı. Doğu Hindistan Şirketi o onun misyonunu yürütüyor. Ülkeleri sömürmek için kurulan bir şirketti. Güney Afrika, Kenya, Sudan ve körfezi sömürmek için kurulan bir şirketti. O İngilizlerin elinde ve İngilizlerin arkasında olduğundan eminiz. Dolayısıyla bu gözyaşı, kan ve acıların yaşanması için Müslüman toplumları hedef alınıyor. Bunu Çeçenistan'da gördük. Irak ve Libya’da da gördük. Gazze’de daha acısını gördük. Daha felaketini Sudan’da yaşadık. Dolayısıyla bu acılar aynıdır. Acılar tek planlayıcısı tek Amerikan ve kuklası olan buradaki siyonistler ve aparatı olan bazı Körfez aktörleri ve özellikle Hızlık Kuvvetlerin en önemli destekleyicisi ve finansörü Birleşik Arap Emirlikleri devletidir." dedi.
"Bütün Müslümanlar Amerika’nın ve siyonizmin hedefinde"
Son olarak Nâsir, "Bu mesele sadece Sudan'da bitmeyecek. Maalesef başka coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar da hedef alınıyor. Donald Trump geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Nijerya ile ilgili: 'Nijerya’ya ilgili vururum' dedi. Nijerya Hristiyanları katlediyor. Burada şöyle bir imajı lanse etmeye çalışıyor. Nijerya'nın Cumhurbaşkanı Müslüman ve yardımcısı da Müslüman. Sanki Hristiyanları hedef alan Müslümanlar varmış gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Niye Nijerya hedef alınıyor. Çünkü bütün Müslümanlar Amerika’nın ve siyonizmin hedefinde. Yapmamız gereken: şuurumuzu kaybetmemek ve ortak hareket etmek. Birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Entelektüellerimiz arasında bilgi akışı ve fikir teatisi devam etmelidir. Ve en önemlisi: pasif kalan veya pasif olan İslam camiasındaki örgütleri daha çok faal nasıl yaparız, nasıl ederiz. Sivil toplum kuruluşlarımız nasıl daha iyi entegre olur. Üniversitelerimiz daha çok düşünce merkezleri haline getirerek Müslümanların meselelerini dile getirmek gerekiyor. Kendimize ait medya organları kurmalıyız; mevcut medya organlarının çoğu siyonizme hizmet ediyor. Hele Körfez medyası özellikle öyle. Birleşik Arap Emirlikleri merkezli özellikle 'Sky News' dedikleri bir medya ağı var. Müslümanları katleden terör örgütü Hızlı Destek Kuvvetlerini psikolojik savaşın bir aparatıdır. Dolayısıyla her alanda güçlü olmamız gerekiyor. Türkiye ve Türkiye’deki Müslümanların en önemli görevi, vizyonlu bir toplum var. İslam âleminin nasıl olması gerektiğini dert edinen bir toplum var. Bu toplum daha aktif hareket etmesi gerekiyor. Başka toplumlarla iletişim kurarak onları devrimleştiriyor ki Müslümanlar barış içinde yaşasın ve gelişsin." ifadelerine yer verdi. (İLKHA)