PKK/HDP'lilerin 6-7 Ekim 2014'teki saldırılarında başta Diyarbakır'da Yasin Börü ve arkadaşları olmak üzere bölgede birçok dindar insanın katledilmesinin üzerinden 11 yıl geçti. 6-8 Ekim saldırılarının yıl dönümünde dava süreciyle ilgili değerlendirmelerde bulunan dava avukatlarından Avukat Abdulgani Orhan, saldırıların özellikle bölgede dindarlara yönelik bir yok etme politikası olduğunu söyledi.

Mağdurların üç temel talebi arasında faillerin, azmettirenlerin ve devlet içindeki karanlık unsurların hesap vermesi gerektiğini söyleyen Orhan, "Yargı süreçleri devam ediyor ama mağdurların beklediği adalet hâlâ yerini bulmuş değil." dedi.

O dönemde devlet içindeki bazı karanlık unsurlar ile PKK’nın iş birliğiyle şehirlerin adeta ateşe verildiğini ve özellikle dindar kesimlere yönelik bir yok etme politikasının izlendiğini belirten Orhan, ayrıca çözüm sürecinde Kürtler adına PKK ile bir muhataplığın söz konusu olduğunu ve bunun bedelinin hem devlet hem de Kürtler tarafından ödendiğini ifade etti.

"Kobani bahanesiyle şehirler ateşe verildi"

Kobani bahanesiyle sadece doğu illerinde değil, batı kentlerinde de şehirlerin adeta alev topuna döndüğünü belirten Orhan, bu süreçte büyük bir tahakkümün kurulmaya çalışıldığını ifade etti.

Bu süreçte dindar kesimlere yönelik bir yok etme politikasının izlendiğini söyleyen Orhan,"6–8 Ekim 2014 yılının üzerinden epeyce zaman geçti. Bölgede ne yazık ki devletin içerisindeki bazı karanlık odakların ve bölgedeki bazı karanlık unsurların işbirliği şeklinde hareket etmesinin neticesinde çok olumsuz şeyler yaşandı. Türkiye’nin özellikle de Kürdistan Bölgesi’nin tarihine baktığımızda yaklaşık 90–100 yıl önce Kürt köylerinin yakıldığını, bir de o dönemin ardından çözüm sürecinden sonra benzer yakımlar olduğunu görüyoruz. Burada hem devletin hem de diğer tarafların maalesef olumsuz yönde çok ciddi katkıları söz konusuydu. Bunun neticesinde özellikle dindarlara yönelik bir yok etme politikası güdüldü. Kobani bahanesiyle şehirler sadece doğuda değil, batıda da adeta alev topuna çevrildi; büyük bir tahakküm kurulmaya çalışılmıştı. Yasin Börü ve arkadaşlarının kanı, bölge için bir anlamda küçük çaplı bir çağ açıp bir çağ kapatmaya vesile oldu; olumsuzlukların önünde bir set oldu ve bölgenin önünde olumlu yönde güzel yolların açılmasına vesile oldu." ifadelerini kulandı.

"Kürtlerin değil, PKK’nın muhatap alınması ağır bir bedel doğurdu"

Batman'da eczaneler ilaç yokluğuyla mücadele ediyor
Batman'da eczaneler ilaç yokluğuyla mücadele ediyor
İçeriği Görüntüle

Orhan, çözüm süreci döneminde Kürt halkının değil, PKK’nın muhatap alınmasının büyük bir hata olduğunu belirterek, "Fakat ne yazık ki, bölge ve Türkiye çerçevesinde yürütülen süreçte Kürtlerin değil, Kürtlerin adına PKK ile bir muhataplık söz konusu yapıldı. Bunun bedeli ağır ödendi hem devlet hem de Kürtler için. Gerek PKK cenahında gerekse de devlet içerisindeki bazı ekler ve karanlık odaklar, Orta Doğu Projesi çerçevesinde bazı planların uygulanmasını ortaya koymuşlardı. Bunun neticesinde büyük bir kalkışma yaptılar ve devlette buna göz yumdu. O dönemde hükümet yetkilileri, özellikle askeriyede, çok ciddi bir yol açtı. Ama Yasin Börü ve arkadaşlarının kanı birçok şeye engel oldu. Birçok plan ve programın değişmesine sebep oldu. Bu yönüyle kan berekettir. Allah için yaşayan ve Allah için atılan adımlarda ortaya çıkan kan, şehadet dediğimiz bir çiçek misali buralar için yeni bir sayfanın açılmasına sebep oldu." şeklinde konuştu.

"Barış söylemiyle ölüme neden olanların gerçek yüzü 6–8 Ekim’de açığa çıktı"

Dindarların bu süreçte bir öcü olarak gösterildiğini belirten Orhan, konuşmasına şöyle devam etti:

" 1990’lardan beri dindarlara yönelik büyük bir asimilasyon vardı. İnsanlar, din dışı olan PKK’ya ve ona bağlı kurumlara yönlendiriliyordu. Bunun neticesinde insanlar PKK’ya ve devletin karanlık görünüm boyutuna bir yönlendirme vardı. 6–8 Ekim bu açıdan kıymetlidir. Hem PKK hem ona destek veren ulusal ve uluslararası güçler hem de devlet içerisindeki bazı erklerin yıkılışına, kaybedişine vesile oldu. Asıl zulmü ve öcü dediğimiz konumda olanların olduğunu dindarlar ise barış taraftarı ve barış için nasıl hareket ettiklerini ortaya koyan bir dönüm noktası oldu. Bunun yanında barış  kulanıp ölümü bölge insanına ve dindarlara reva görenlerin gerçek yüzlerini ortaya koydu. Yani bu açıdan kıymetli bir dönüm noktasıydı."

"Yargı süreçleri devam ediyor ama mağdurların beklediği adalet hâlâ yerini bulmuş değil"

Mağdurların üç temel talebi arasında faillerin, azmettirenlerin ve devlet içindeki karanlık unsurların hesap vermesi gerektiğini ifade eden Orhan, "Biz o olaylar sonucunda hayatını kaybeden, çeşitli maddi ve manevi zararlara uğrayan insanların genelde üç talebi olduğunu görmüştük. Birincisi, fiilen bu olayları yapanların cezalandırılmasıydı. Bu kısmen yapıldı. Her ölüm ve yaralamadan dolayı ceza alanlar oldu bazılarının hâlâ yargılanmaları devam ediyor. İstinaf ve Yargıtay aşamasında Ankara’daki ağır ceza mahkemelerinde devam eden dosyalar var; büyük bir kısmı cezalandırıldı. İkincisi, bu insanları sokağa döküp olaylara sebep olan, yani azmettiren sıfatında bulunan insanların cezalandırılmasıydı. Maalesef bu konuda istenilen adım atılmadı. 'Kobani davası' diye anılan davada, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde istinaf süreci devam eden dosyada dört hususta yargılama yapıldı. Bunlardan biri 6–8 Ekim olaylarını azmettirmekti. Ancak yargılamalarda maalesef istenilen karar ortaya konulmadı. Üçüncüsü ise, devlet erki içerisinde bu olayların çıkmasına sebep olan, göz yuman ve birlikte çalışan unsurlara karşı bir adım atılmasıydı. Maalesef bu adım hiç atılmadı. Olayların müsebbibi, ölümlerin sebebi olan ve devlettin içine sinmiş  bazı karanlık unsurları  devlet maalesef onlara karşı bir adım atmadı.  Azmettirenler konusunda kısmi adımlar atıldı; fiilen katılanların önemli bir kısmı cezasını çekti, bir kısmı firar etti, bir kısmı davaları devam ediyor. Yaklaşık 11 yıl geçti; buna rağmen hukuken ya da devletin yargı erki açısından istenilen sonuç ortaya konulmadı." dedi.

"6–8 Ekim süreci, kimin zalim, kimin mazlum olduğu gerçeğini ortaya koydu"

Bu süreçte PKK’nın tahakküm kurmaya çalışan bir yapı olduğunun herkes tarafından açık biçimde görüldüğünü söyleyen Orhan, "Toplumsal açıdan ciddi sonuçlar oldu. PKK’nın gerçek yüzü hem batıda hem doğuda herkes tarafından görüldü; bu açıdan kıymetli bir durumdu. Elinde silah olan, tahakküm kurmaya çalışan güç eline geçtiğinde kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan bir hareketin ne olduğunun nasıl olduğu ortaya çıktı. Elinde güç olduğu zaman mazlumlara ve mağdurlara sahip çıkacak insanların kim olduğunu da gösterdi. Bu açıdan hem Türkiye hem de bölge halkı için çok ciddi kazanımları oluşturan olaylardı." diye konuştu.

"Birçok suçlu, hukuk eliyle aklandı"

Azmettirme suçlaması nedeniyle 6–8 Ekim olaylarından dolayı Selahattin Demirtaş'a herhangi bir ceza verilmediğini aktaran Orhan, "Ankara’da yapılan yargılamada dört ayrı suçlama vardı, biri 6–8 Ekim olaylarıydı. Burada Selahattin Demirtaş ve diğer şahıslar hakkında tutuklama ve tutuksuz yargılama ilgili bir sürece girdi. Bazı dosyalardan ayrı olarak kendisine ceza verilmişti; bunlar kesinleşti ve onları yatarı filan devam etti. Ancak azmettirme suçlaması nedeniyle 6–8 Ekim olaylarından dolayı kendisine bir ceza verilmedi. Dosya kapsamında yediği cezadan dolayı tutukluluğu devam ediyor; şu an istinaf süreci sürüyor ve bunun Yargıtay aşaması da var. Yeni bir süreç söz konusu. Arka kapılarda bazı pazarlıklar olur mu, bunun neticesinde tahliye olur mu, bunu bilemem? Normalde hukuk işlediğinde bu yargılamanın çoktan bitmesi gerekirdi. Maddi vakalar, kendi söylemleri ve çağrıları ortada. Dosyadaki özellikle telefon kayıtları ile medyada verilen demeçler, adeta talimat alırcasına yapılan olayları ortada. Hukuken bir ceza söz konusu olması gerekirken maalesef biraz siyasi bakıldı. Eğer yargılamalar siyasi bir yargılamaya dönüşürse hukuk beklenmez. Hukuk işledi, bir ceza oldu, daha hukuki süreç devam ediyor. Siyasetin buna ne kadar etki edeceğini, bırakılıp bırakılmayacağını bilemem. Ancak onun gibi birçok suçlu hukuk eliyle aklandı. Bu açıdan onun ceza yiyip yememesi, yatıp yatmaması pek bir önem arz etmiyor. Adaletin ve hakkın yerini bulmadığı bir hükümet, devlet ya da yargı sistemi adalete hizmet etmiyorsa, sonuç ne olursa olsun bunun kıymeti kalmıyor. Mazlumların ahı yerde kalmıyor; bunu görmek gerekir. Allah’ın Adil sıfatı vardır. Bu Adil sıfatı gereği kim ne yaparsa yapsın, doğru olanın karşılığı ve yanlış olanın karşılığı verilir. Bu nedenle yargı sistemleri ilahi adaleti göz önünde bulundurarak adalete uygun adımlar attığında sorunların büyük bir kısmının çözüldüğünü görüyoruz." dedi.

"6–8 Ekim olaylarını parti, belediye ve dağdaki silahlı kadro birlikte gerçekleştirdi"

Olayların ardından özür dilemenin veya helallik istemenin düşünülmediği ifade eden Orhan, on bir yıl geçmesine rağmen hiçbir özeleştirinin yapılmadığı vurgulandı.

Orhan, "Açık söyleyeyim, elinde büyük imkânlar ve güç olan bir hareket tarzı mevcuttu. Partisi, belediyesi, dağdaki silahlı kadrosu bunlar hep birlikte 6–8 Ekim olaylarını gerçekleştirdiler. Siyasetiyle, dağdaki adamıyla beraber yaptılar ve çok ciddi sonuçlara sebep oldular. Vuran da, vurulan da, ölen de öldüren de Kürt oldu. Kürtlere zarar dışında bir şey getirmedi. Yanlış yaptıklarını çok iyi biliyorlar; fakat vizyon ve misyon olarak, ideolojik anlamda din düşmanlığı özellikle yönetim kadrosunda öyle bir seviyeye gelmişti ki, bir kişinin dindar olması sebebiyle bırakın özür dilemeyi onu insan yerine koymamaları söz konusuydu. Olaylara baktığımızda çok ciddi maddi ve manevi zararlara neden oldular. Yaralanmalar ve ölümler yaşandı. Bunları tek tek ziyaret edip 'hakkınızı helal edin' demeleri, özellikle siyaset yapan kişiler açısından olması gereken bir davranıştı ama bu 'bizim için büyüklüğümüzü küçültür' gibi düşünceleri var gibime geliyor. Onların kibirli bir tutumları vardı, diğerlerini küçük görme eğilimleri söz konusuydu. Bu nedenle özür dilemediler. On bir yıl geçti; hiçbir özeleştiri görmedik. 'Bizim çağrımız oldu gidip kapı çalıp yaralı ve ölenlerin ailelerinden helallik isteyelim. İstemeden oldu. Hakkınızı helal edin, özür diliyoruz.' demeleri insanca beklenilirdi. Bir insandan, toplum hareketinden veyahut bir siyaset kurumundan beklenen budur. Ama maalesef bunu yapmadılar.  Aileler onalar kapılarını açıp özürlerini kabul eder miydi, bu ayrı bir mesele. Fakat bunu yapmadılar." İfadelerini kulandı.

"HDP bu süreçte katledilenlerin yanında durdu"

Sanık olarak yargılananların hepsinin özel avukatı olduğu ve bu avukatların bir kısmının Selahattin Demirtaş’ın avukatlığını yaptığı ya da Abdullah Öcalan’ın avukat bürosuyla bağlantılı kişilerden oluştuğu ifade eden Orhan, son olarak şu ifadeleri kullandı:

"Sanık olarak yargılananların hepsinin özel avukatı vardı. Bu avukatların bir kısmı Selahattin Demirtaş’ın da avukatlığını yapıyordu; ya da Abdullah Öcalan’ın avukat bürosuyla çalışan kişilerdi. Diyarbakır’da ve Ankara’da görülen duruşmalarda savunma yapan avukatlara baktığımızda, HDP’nin yanında yer alan ve onlarla yürüyen kişilerin ekseriyeti bu kesimden oluşuyordu. Dolayısıyla üstü kapalı olarak HDP, katillere sahip çıktı; bunu bir borç olarak bildi. Mazlumların ve katledilenlerin yanında durmayıp karşılarında durdular. Bu şekilde hareket eden insanların özür aklına gelmez.  Onlara kaybettiren, onların bir toplum hareketinden çıkartan özelikle dindar Kürtlerin kalbinde yer almamalarının en büyük sebeplerinden birinin bu tür bakış ve yaşam tarzlarıdır. Bir insan olarak beklenen vardır birde olması gereken beklenenler vardır biz insanı geçtik olması gerekenin tam tersi yargılamam esnasında diğer cenahın yanında yani sanıkların yanında yer aldılar. Öyle ki, duruşmalarda sanıkların yanında rahatça görüldüler. Oysa ki siz bir toplum hareketisiniz; öldürülenler Kürt’tü. Bir parti ve toplum hareketi olarak bazıları yargılamalara gelsin, 'bu ölen ailelerin veya yaralananların yanında duralım, görünür olalım en azından bunu yapalım' demeliydi. Ne var ki maalesef sanık tarafı duruşmalarda çok rahat bir şekilde yer aldı." (İLKHA)

Kaynak: İLKHA