HÜDA PAR Sözcüsü Yunus Emiroğlu, gündeme dair yaptığı basın açıklamasında asgari ücret belirleme süreci, bütçedeki faiz yükü, aileyi güçlendirmenin önemi, gıda güvenliği krizi ve siyonist rejimin Gazze planına dair önemli değerlendirmelerde bulundu.

Emiroğlu, "Türkiye’de ekonomik zorlukların dayattığı zorlu şartlar, ne yazık ki mevcut asgari ücretle aile geçindirmeyi imkânsızlaştırmaktadır." dedi.

“Enflasyon artışlarının asgari ücret artışlarına bağlanması bir garabet haline gelmiştir”

Çalışan işçilerin yarısına yakınının asgari ücretli olmasını ücret politikasının en temel sorunu olarak nitelendiren Emiroğlu, "Yüksek asgari ücretli oranı ve çoğu zaman açlık sınırının altına sarkan asgari ücret miktarı, kronikleşmiş bir tartışma konusu olarak 'Tespit Komisyonunun' toplanacağı her yılın son ayında ana gündem konusu oluyor. Asgari ücretin belirlenmesinde bir diğer tartışma konusu da gerçekleşen enflasyonun mu yoksa hedef enflasyonun mu esas alınacağıdır. Enflasyon artışlarının asgari ücret artışlarına bağlanması ve enflasyonla mücadelenin temel şartının asgari ücretlilerin boğazına yapışmaya indirgenmesi de ayrı bir garabet haline gelmiştir. Ücretleri yalnızca teknik verilere indirgemek, insanca hayatın asgari şartlarını göz ardı etmek anlamına gelir." şeklinde konuştu.

Üretimde azami yük, geçimde asgari şart!

Her çalışan gibi asgari ücretlinin de barınma, beslenme ve ailesine bakma gibi temel yükümlülükleri olduğunu belirten Emiroğlu, şöyle devam etti:

"Türkiye’de ekonomik zorlukların dayattığı zorlu şartlar, ne yazık ki mevcut asgari ücretle aile geçindirmeyi imkânsızlaştırmaktadır. Üretimde en azami işlevi sırtlayan asgari ücretli, geçinmede asgari şartlara bile layık görülmemektedir."

Tüm taraflara çağrıda bulunan HÜDA PAR Sözcüsü Emiroğlu, "Açlık sınırının 28 bin TL’yi, yoksulluk sınırının 92 bin TL’yi aştığı mevcut şartlarda asgari ücret belirlenirken tüm taraflar teknik veriler ya da enflasyonla mücadele parametrelerinden önce vicdani sorumlulukla hareket etmelidirler." ifadelerini kullandı.

Bütçedeki faiz yükü MEB’in bütçesinden daha fazla

Gündem değerlendirmesinde 2026 bütçesine de değinen Emiroğlu, "2026 bütçesinde öngörülen faiz giderleri 2 trilyon 741 milyar 656 milyon lira olarak belirlenmiştir. Her yıl öngörülen bütçe açıklarının alınan borçlarla finanse edilmesi, yıllar içinde devasa borç sarmalı ve bu borçlara ödenen uçuk faiz miktarları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütçede en büyük payı alan Millî Eğitim Bakanlığı’nın 1 trilyon 944 milyar liralık bütçesi ile kıyaslandığında, 3 trilyona liraya yaklaşan faiz yükünün geldiği vahim nokta daha iyi anlaşılacaktır." şeklinde konuştu.

"Vatandaşımızdan esirgediğimiz miktarın çok daha fazlası modern tefeci kurumların kasalarına akmaktadır"

Ödenecek faiz tutarının toplam bütçe gelirlerinin yüzde 16,91’ne, vergi gelirlerinin ise yüzde 19,89’una karşılık geldiğine vurgu yapan Emiroğlu, "Yani devlete ödediğimiz her kuruş verginin yüzde 20’ye yakınını borç faizi olarak maalesef tefeci kurumlara vermek durumunda kalıyoruz. Emeklimizden, asgari ücretlimizden, evine doğru dürüst ekmek götüremeyen, çocuğunu istediği gibi giydiremeyen, kirasını ödemekte bin bir zorluk çeken vatandaşımızdan esirgediğimiz miktarın çok daha fazlası ne yazık ki, modern tefeci kurumların kasalarına akmaktadır." dedi.

"Cinsel sapkınlığın propagandası hâlâ serbest bir şekilde yapılmakta"

Önümüzdeki 10 yılın "Aile Yılı" ilan edilmesini olumlu bir adım olarak değerlendiren Emiroğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

Kayapınar Belediye Başkanı Özhan, Ankara'daki yerel yönetim programına katıldı
Kayapınar Belediye Başkanı Özhan, Ankara'daki yerel yönetim programına katıldı
İçeriği Görüntüle

"Boşanma oranlarının artması, evliliğin azalması, doğurganlık hızının 1,48’e düşmesi gibi en temel sorunların altında yatan sebep; aileyi güçlendirme adına birtakım maddi destekler sağlanırken, aile kurumuna zarar veren politikaların hâlâ devam ediyor oluşudur. Öncelikle bu çelişkinin giderilmesi gerekir. 6284 sayılı kanun, süresiz nafaka uygulaması ve çocuk velayeti gibi konularda iki tarafı da mağdur etmeyecek bir düzenleme hâlen yapılamamıştır. Cinsel sapkınlığın propagandası hâlâ serbest bir şekilde yapılmakta, cinsiyet iptali ameliyatlarının giderleri SGK tarafından karşılanmaktadır."

"Aileyi yıkıcı çalışmalar devrede iken aileyi güçlendirmek mümkün değil"

Medyada aile kurumunu hedef alan yayınların sürdüğüne de değinen Emiroğlu, "Gündüz kuşağı programları toplumu ekranlardan zehirlemeye devam etmektedir. Tüm bu aileyi yıkıcı çalışmalar devrede iken aileyi güçlendirmek mümkün değildir." ifadelerini kullandı.

"Kadınlar için çalışma şartları aile odaklı olarak düzenlenmelidir"

Ev hanımlarını evden uzaklaştıran politikalara da değinen Emiroğlu, anneliğin değersizleştirildiğini belirterek, "Ev hanımlarının çocuk sahibi olma oranının çalışan kadınlara göre iki kat daha yüksek olduğu gerçeği dikkate alınmadığı sürece nüfusun erimesinin önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Kadınlar için çalışma şartları, çocuk sahibi olma konusundaki tereddütlerini ortadan kaldıracak şekilde, aile odaklı olarak düzenlenmelidir." şeklinde konuştu.

"Denetim mekanizmalarının etkin çalışmaması sektördeki çürümenin boyutlarını büyütmektedir"

Artan maliyetler ve yetersiz denetimlerin gıda sektöründe ciddi güvensizliğe yol açtığına dikkat çeken Emiroğlu, "Gıda zehirlenmeleri ve temel gıda maddelerindeki kalite sorunları, halk sağlığını ve hayat güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir. Ekonomik kriz ve yüksek girdi maliyetleri, üreticiyi üretimden uzaklaştırmakta; enerji, işçilik ve destek yetersizlikleri tarımsal üretimin sürdürülebilirliğini tehlikeye sokmaktadır. Tarladaki belirsizlik doğrudan raflara yansımakta, ürün kalitesi düşmekte ve sofralara güvensiz gıdalar ulaşmaktadır. Denetim mekanizmalarının etkin çalışmaması, kayıt dışılığın artması ve risk bazlı kontrol eksikliği ise sektördeki çürümenin boyutlarını büyütmektedir." dedi.

"Milyonlarca aile besin değeri düşük ürünleri tüketmeye mahkûm edilmektedir"

Alınması gereken tedbirlerin ölümlü vakalardan sonra alındığına vurgu yapan Emiroğlu, şöyle devam etti:

"Temel gıdalara erişim giderek güçleşmekte; çocuklar yetersiz beslenmekte ve milyonlarca aile besin değeri düşük ürünleri tüketmeye mahkûm edilmektedir. Gıda güvenliği ulusal güvenlik meselesidir. Bu nedenle yerli üretimi güçlendiren, denetimi etkinleştiren, soğuk zinciri koruyan ve halkın sofrasını güvence altına alan adil bir ekonomik düzen kurulmalıdır."

"siyonist projeye karşı sessiz kalanlar, bu tehdidin kendi kapılarına kadar gelmesine zemin hazırlamaktadır"

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen ve ABD Başkanı Donald Trump tarafından hazırlanan sözde "Gazze Planı"na ilişkin konuşan Emiroğlu, planın bölgeye barış getirmek yerine "siyonist işgali kalıcı hâle getirme amacı taşıdığını" söyledi.

Ateşkese rağmen işgal rejiminin Gazze ve Lübnan’a saldırılarının devam ettiğini belirten Emiroğlu, "Ne yazık ki bazı bölge ülkeleri, bu plana karşı gereken tepkiyi göstermemekte; hatta bu tehlikeli sürecin bir parçası hâline gelmektedir. Bu, bölge halklarının geleceğini de tehlikeye atan bir tutumdur. siyonist projeye karşı sessiz kalanlar, bu tehdidin kendi kapılarına kadar gelmesine zemin hazırlamaktadır. Bu noktada, yalnızca hükümetler değil; Müslüman kamuoyu da sorumluluk altındadır." ifadelerini kullandı.

"Halklar, yöneticileri üzerinde etkili bir baskı kurmalıdır"

Gazze meselesinin gündemden düşürülmemesi gerektiğini vurgulayan Emiroğlu, "siyonizm lehine işleyen her plana karşı güçlü bir siyasi ve toplumsal tepki ortaya konmalıdır. Bölgeye insanî yardımın kesintisiz ulaştırılması sağlanmalı, direnişi hedef alan planlara karşı halklar, yöneticileri üzerinde etkili bir baskı kurmalıdır." çağrısında bulundu. (İLKHA)

Kaynak: İLKHA